Tarih, birçok defa kültürel kimliklerin ve milletlerin karşılaştığı anlar sunmuştur. Bu karşılaşmaların en dikkat çekicilerinden biri, Eski Roma İmparatoru Teodoz ile Hun liderler arasında yaşananlarıdır. Ancak Ruşen Eşref Ünaydın'ın eserinde yer alan bu anekdot, sadece tarihsel bir olaydan çok, Türk milletinin benlik algısı ve onur duygusunun ne kadar derin olduğunu gösteren bir felsefî mesajdır.
Teodoz ve Attilâ: İki Medeniyetin Karşılaşması
Antik dünyada güç ve prestij, çoğu zaman soylu lineajlarla ölçülürdü. Roma'nın son dönemlerinde, imparatorluk ailelerine mensup olmak, dünyada bir yerliydin. İmparator Teodoz, bu soylu geleneğin bir temsilcisi olarak, kendisini ve ailesini bu prestijli konumdan bahsederdi.
Ancak Attilâ, Avrupa'yı sarsıp sarsan Hun ordularının lideri, farklı bir perspektiften bakıyordu. Barış görüşmelerine giden yolda, Teodoz kendisine soracaktır: "Siz hanzi asil ailedensiniz?"
Bu soru, o dönemin jeoponolitik yapısında Hunlara karşı Roma'nın göstermek istediği üstünlüğün bir yansımasıydı. Soylu kökeni sorgulamak, o zamanlar hiyerarşiyi belirleyen temel bir aracıydı.
Attilâ'nın Cevabı: Milletin Asilliği
Ancak Attilâ'nın verdiği cevap, bu sorgulamayı tamamen başka bir boyuta taşıdı: "Ben asil bir milletin evlâdıyım!"
Bu basit cümle, bireysel soyluluk yerine, kolektif kimlik ve milletsel onuru öne çıkarmaktadır. Attilâ, ailesinin nesebini değil, ait olduğu milletin asilliğini savunmuştur. Bu, o dönem için devrimsel bir düşünceydi. Çünkü Attilâ, asılığı sadece birkaç ailenin tekelinde olmayan, tüm milleti kapsayan bir kavram olarak tanımlamıştır.
Albay Ros'un Cevabı ve Türk Kimliği
Yazının başında bahsedilen İngiliz Ataşemiliter Albay Ros da, kendisine yöneltilen benzer sorulara, Attilâ'nın mirasını yaşatacak şekilde cevap vermiştir. Ros, anasının ve babasının asilliğinden bahsetmek yerine, Attilâ'nın cevabını kendisinin de cevabı olarak kullanmayı tercih etmiştir. Bu seçim, Türk milletinin asilliğine olan saygısını ve bu mirasa olan bağlılığını ifade etmektedir.
Türk Tarihinde Asılık Kavramı
Türk tarihinde, asılık sadece aristokrasi meselesi değildir. Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze Türk toplumu, kendisini bir milletler birliği içinde tanımlamıştır. Ulu Önder Atatürk'ün "Türkiye'nin Cumhuriyeti" ile başlayan süreçte, asılık tüm Türk vatandaşlarına tanınan bir onurdur.
Ruşen Eşref Ünaydın'ın bu alıntısı, Atatürk döneminin aydınlarının, tarihî mirası ve millî kimliği nasıl korudukları konusunda önemli bir belge niteliğindedir.
Modern Anlamda Reflection: Kimlik ve Gurur
Bugünün karmaşık dünyasında, bu tarihî anekdot hâlâ aktüel bir mesaj taşımaktadır. Bireysel başarı ve soylu kökeniyle gurur duymak meşrudur, fakat bir milletin evlâdı olmak, belki de en asil kimlik iddiasıdır.
Attilâ'nın cevabı, sadece bir gücenme hareketi değildir. Aksine, bu, milletsel birliğin ve kolektif onurun, herhangi bir kişisel soyluluktan daha yüksek olduğunun ifadesidir. Her Türk, bu düşüncenin mirasçısıdır.
Sonuç: Asil Millet Olmanın Anlamı
"Ben asil bir milletin evlâdıyım!" cümlesi, yüzlerce yıl önceki bir barış görüşmesinden günümüze ulaşmış, hâlâ canlı olan bir duygudur. Türk milletinin tarihî derinliği, kültürel zenginliği ve medeniyet mirasının asilliği, hiçbir bireysel genealojiye muhtaç değildir.
Bu, Atatürk'ün reformlarından başlayarak, cumhuriyet ilkeleriyle pekiştirilen bir inançtır: Her Türk, asil bir milletin onurlu evlâdıdır.

0 Yorumlar