Header Ads Widget

Ticker

6/recent/ticker-posts

Atatürk'ün İslam ve Modernleşme Hakkındaki Görüşleri: Tarih, Din ve Medeniyet

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olarak yalnızca siyasi ve askerî reformlar yapmakla kalmadı; aynı zamanda dinin toplumsal rolü, modernleşme yolunda alınması gereken adımlar ve İslam medeniyetinin yeniden yorumlanması konularında derinlemesine düşünceler ortaya koydu. Çankaya'daki toplantılarda ve çeşitli konuşmalarında ifade ettiği bu fikirler, günümüzde hâlâ tartışılmakta ve yorumlanmaktadır.

Ahlâk ve İman: Peygamber Gönderilmesine Gerek Kalmayan Bir Millet

Atatürk'ün düşüncesinin merkezinde ilginç bir paradoks yer almaktadır. Tarih ve dil araştırmalarında derinlemesine çalışan Atatürk, Mevlâna Celâleddin'in soyundan gelen Veled Çelebi İzbudak'a bir soru yöneltir: "Allah katından bir ülkeye veya millete neden peygamber gönderilir?"

Bu soruya verilen cevap, Atatürk'ün kimliğine ilişkin görüşlerinin temelini oluşturur. Veled Çelebi'nin açıklaması çerçevesinde, Atatürk şu sonuca varır: Türk milleti, İslamiyet'ten çok daha eski çağlarda "Tek Tanrı" inancına sahipti ve ahlâk yapısını hiçbir zaman bir peygambere muhtaç olacak kadar kaybetmemişti. Bu, Atatürk'e göre, Türk milletinin ilahî takdiri ve tasdikidir.

Bu görüş, Atatürk'ün tarihsel ve kültürel kimliğe yönelik özgüvenini yansıtır. Ona göre Türklük, dinin ön koşulu değil, bağımsız bir medeniyetsel kimlikle tarihe girmişti. Din, bu kimliğe eklenmiş bir unsur olarak değerlendirilir; onun yerine alınması gereken temel değil.

İslam'ı Kabul Etme Gerekçesi: Medeniyetin Evrenselleştirilmesi

Atatürk'ün söyleminin dikkat çeken yönlerinden biri, İslam'ı kabulün nedenlerini açıklamasıdır. Onun perspektifinden, Türkler İslam'ı, "Tek Tanrı inancını getirdiği için" ve onun "cihan hareketi" olabilmesini sağlayabileceğini gördükleri için kabul etmişlerdir.

Bu noktada Atatürk, İslam dininin coğrafî ve kültürel sınırlarının ötesine geçme yeteneğini vurgular. Arap yarımadasından çıkan bir din olarak İslam'ın, Türk medeniyeti tarafından benimsenmesi ve yaygınlaştırılması sonucunda, din evrensel bir nitelik kazanmıştır. Atatürk, bu konuda "Eğer Türkler Müslüman olmasaydı, İslamiyet Musevilik gibi mevzii bir din olarak kalırdı" şeklinde bir tarihsel değerlendirme yapar.

Bu bakış açısı, dini faktörleri medeniyetsel güç dengelemeleri çerçevesinde değerlendiren ve İslam tarihinin gelişiminde Türk kültürünün rolünü vurgulayan bir anlayışı ortaya koymaktadır.

Modernleşme Yolunda Din Meselesi: Çağdaş Medeniyete Ulaşma

Atatürk'ün İslam ve modernleşme hakkındaki görüşleri, ona göre bu iki kavram arasında zorunlu bir çelişki olmadığını gösterir. Ancak, modernleşme süreci için belirli reformlar gerekli olduğuna inanmıştır. Bu reformlar, dinin kendisini değil, dinin sosyal ve hukuki yapılardaki kullanılış şeklini ilgilendirmektedir.

Atatürk döneminde hayata geçirilen Medenî Kanun'un kabulü, Şeriat hukuku yerine Avrupa kökenli hukuk sisteminin benimseenmesi, eğitim alanında laik bir yaklaşımın tercih edilmesi gibi adımlar, bu reformist çerçevenin somut örnekleridir. Atatürk, bu değişiklikleri "çağdaş medeniyete ulaşmanın" kaçınılmaz şartı olarak görüyordu.

Fakat bu yaklaşımın din karşıtlığı olmadığını anlamak önemlidir. Atatürk'ün modernleşme projesinde din, kamusal alanın dışına çıkarılarak, bireysel inanç alanında korunmakta idi. Türk halkının geleneksel inancı saygı görmeli, fakat devlet ve hukuk sistemi, evrensel ve rasyonel esaslara dayanmalıdır.

Türk Ahlâk Geleneğinin Korunması

Atatürk'ün söyleminin en derin katmanında, Türk milletinin tarihi boyunca koruduğu ahlâk değerlerine yönelik bir vurgu vardır. O, "insanoğlunun yaptığı putlara tapmadı" diyen Türk medeniyetinin, materyalizm ve hedonizme kapılmayan, ruh ve vicdan açısından sağlam bir geleneğe sahip olduğunu düşünmektedir.

Bu perspektif, Atatürk'ün modernleşmeyi salt teknolojik ve endüstriyel gelişme olarak değil, aynı zamanda ahlâkî ve ruhsal değerlerin korunmasını da içeren bütünsel bir süreç olarak gördüğünü gösterir. Türkiye'nin modernleşmesi, Batı'nın tüm yönleriyle taklit edilmesi anlamına gelmez; Türk kimliğinin ve ahlâk düzeyinin yükseltilmesinin yanında, çağdaş bilim, teknoloji ve hukuk sistemlerinin benimsenmesini içerir.

İslam Medeniyeti İçinde Türk Kimliğinin Yeri

Atatürk, İslam medeniyeti içinde Arap merkeziyetçiliğine karşı bir duruş sergiler. Arap yarımadasında üç semavi din peygamberinin gelmesini "iftihar" konusu olarak gördükleri sürece, Türklerin "böyle bir nasipten mahrum" olarak değerlendirilmesini, tarihî bir haksızlık olarak ifade eder.

Ancak Atatürk burada dikkat çekici bir çıkarım yapar: Türklerin peygamber gönderilmeme "mahrumiyet"ı aslında bir üstünlüktür. Çünkü Türk ahlâkı, bu durumda da ahlâkî ve insanî değerleri koruyabilmiştir. Bu, Atatürk'e göre, Tanrı'nın takdiri ve tasdiğidir.

Sonuç: Sentez ve Çağdaşlaşma

Atatürk'ün İslam ve modernleşme hakkındaki görüşleri, basit bir din karşıtlığı veya sekülarizm ile açıklanamaz. O, Türk medeniyetinin derinlikli tarihî köklerini, İslam dininin evrensel değerlerini ve modern çağın gerektirdiği bilim, teknoloji ve hukuk sistemlerini bir sentezde birleştirme çabası içindedir.

Bu sentez, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisinin merkezinde yer almıştır ve günümüzde Türk toplumunun kimliklendirmesi, sekülarizm, dinin sosyal rolü ve modernleşme konularında tartışılmaya devam etmektedir. Atatürk'ün bu görüşleri, ne salt dini reddedişi ne de gelenekçi tutuculuğu temsil etmez; daha ziyade, tarihsel bilinç ve aklî değerlendirmenin işığında, bir milletin çağdaşlaşma projesinin nasıl tasarlanabileceğini gösteren bir örnektir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar