Header Ads Widget

Ticker

6/recent/ticker-posts

1917'de Kudüs'ün Düşüşü: Müttefiklerin Sessiz Sevinç Çanları

Tarihin En İlginç Paradokslarından Biri

Birinci Dünya Savaşı'nın kritik yılı olan 1917'nin sonunda, Kudüs şehrinin İngiliz kuvvetlerinin eline geçmesi, Avrupa tarihinin en dikkat çekici paradokslarından birini gözler önüne serdi. 9 Aralık 1917'de General Allenby'nin şehre girişi, sadece askeri bir zafer olarak değil, 800 yıllık bir hesaplaşmanın simgesel sonu olarak kutlandı.

Müttefiklerin Garip Sevinç Törenleri

1917 yılının Noel ve yılbaşı günlerinde Avrupa'da çalan çanlar, Kudüs'ün "Hristiyanlara geri dönüşü" şerefine ses veriyordu. Ancak bu kutlamalarda dikkate değer bir çelişki vardı: Kudüs'ü savunan Osmanlı ordusunun yanında, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na ait yardımcı birlikler de bulunuyordu.

İşte asıl ilginç olan nokta burada başlıyordu. Almanya ve Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş müttefikleri ve İngiltere'nin baş düşmanlarıydı. Mantıken, müttefiklerinin toprak kaybını değil, İngiltere'nin yenilgisini kutlamaları gerekirdi.

Haçlı Ruhu Politik Çıkarlardan Güçlüydü

Ancak gerçekleşen tam tersi oldu. Berlin ve Viyana'da, Kudüs'ün "Müslümanların elinden çıkması" nedeniyle görkemli şenlikler düzenlendi. Katedrallerde özel dini ayinler yapıldı. Gazeteler zafer manşetleri attı.

Bu olay bize önemli bir gerçeği hatırlatıyordu: Avrupa'nın kolektif hafızasında, Haçlı Seferleri'nin mirası hâlâ canlıydı. Politik ve askeri ittifaklar bile, bu derin köklü tarihsel ve dini duyguların önüne geçemiyordu.

800 Yıllık Hafızanın Gücü

1099 yılında Kudüs'ü ele geçiren Haçlılar, 1187'de Selahaddin Eyyubi tarafından şehirden çıkarılmışlardı. Aradan geçen 730 yıl, Avrupa'nın bu kaybı unutmasına yetmemişti. 1917'deki tepki, bu tarihsel yaranın ne kadar derin olduğunun kanıtıydı.

Alman ve Avusturyalı komutanlar, Osmanlı askerleriyle omuz omuza savaşırken bile, kalpleriyle savaş meydanının hangi tarafında olduklarını biliyorlardı. Siyasi gerçeklik ile kültürel-dini kimlik arasındaki bu ikilem, tarihin en çarpıcı örneklerinden biriydi.

Tarihten Çıkarılacak Dersler

Bu olay bize birkaç önemli ders veriyor:

Kültürel ve dini hafıza, güncel politik çıkarlardan çok daha güçlü olabilir. Yüzyıllar öncesinin olayları, modern diplomatik ilişkileri bile etkileyebilir.

İttifakların sınırları vardır. Kağıt üzerindeki anlaşmalar, toplumların tarihsel ve duygusal bağlarının önüne geçemeyebilir.

Tarih tekerrürden ibarettir. Kudüs meselesi, bugün bile uluslararası politikanın en hassas konularından biri olmaya devam ediyor.

Sonuç: Unutulmayan Hesaplaşma

1917'deki Kudüs'ün düşüşü ve ardından gelen tepkiler, bize şunu gösterdi: Tarih hiçbir zaman tamamen geçmişte kalmıyor. Özellikle kutsal mekânlar söz konusu olduğunda, yüzyıllar önceki olaylar bugünün siyasetini şekillendirebiliyor.

Alman ve Avusturyalı müttefiklerin, kendi ordularının karşı tarafta yer aldığı bir savaşta düşmanlarının zaferini kutlaması, belki de tarihte müttefiklik kavramının en test edildiği anlardan biriydi. Bu paradoks, dini ve kültürel kimliklerin, bazen devletlerarası ilişkilerden daha güçlü bağlar oluşturduğunun altını çiziyordu.


Bu yazı, Yılmaz Öztuna'nın "Türkler-Araplar-Yahudiler" eserinden esinlenerek, tarihi olayların günümüze ışık tutması amacıyla hazırlanmıştır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar