17 Kasım 1922 tarihinde gerçekleşen olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminin en çöküş verici anlarından birini temsil eder. O gün, Sultan Mehmet Vahdettin bir İngiliz gemisiyle İstanbul'dan ayrılarak Malta'ya kaçtı. Bu kararı, sadece bir padişahın firarı değil, bir milletin hamisi konumundaki bir liderim vatanını ve milletini terk etmesi anlamına geliyordu.
Vahdettin'in Kaçış Talebi: İltica Mektubunun Metni
Tarih kayıtlarında yer alan iltica mektubunun orijinal metni, padişahın ne kadar köşeye sıkışmış olduğunu gözler önüne sermektedir:
"Dersaadet İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına… İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devleti fahimesine iltica ve biran evvel İstanbul'dan mahall-i ahara naklimi talep ederim efendim. 16 Teşrin-i sani 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahideddin."
Bu mektup, yalnızca bir kaçış talebinden çok daha fazlasıdır. Türk tarihinin en güçlü kurumunun, kendisini yabancı bir devletin korumasına emanet etmesi, medeniyetin temellerinin sarsıldığını gösteren bir belgedir.
Neden Kaçtı? Milli Mücadele'ye Yapılan İhanetler
Vahdettin'in kaçış nedenlerini anlamak için, Milli Mücadele boyunca yaptıklarına bakmak gerekir. Prof. Dr. Sina Akşin'in ifadesiyle, padişah milli direnişe karşı neredeyse iç savaş başlatmıştır.
Vahdettin'in İhaneti Dönemindeki Eylemler
Milli Mücadele yıllarında Sultan Vahdettin, Atatürk ve silah arkadaşlarını hedef alan çok sayıda eylem gerçekleştirmiştir:
- Atatürk'ün Görevden Alınması: Milli Mücadelenin liderini görevden alarak, rütbelerini, nişanlarını ve madalyalarını söktü.
- Gıyaben İdam Kararı: Atatürk ve silah arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm eden Divan-ı Harbi Örfi kararını imzaladı ve "katli vaciptir" fetvası çıkartıldı.
- Kuvayı İnzibatiye Oluşturması: Milli direnişi kırmak amacıyla "Halifelik Ordusu" adıyla bir güç teşkil ederek, milliyetçiler üzerinde baskı oluşturdu.
- Isyanları Desteklemesi: Ahmet Anzavur gibi milli harekete muhalif güçleri paşalık rütbesiyle ödüllendirerek onları milliyetçilere saldırtmak istemesi.
- Sevr Antlaşması'nı İmzalatması: 10 Ağustos 1920'de İmparatorluğun parçalanmasını öngören bu antlaşmaya imza attırması.
TBMM'nin Vahdettin'i "Hain" İlan Etmesi
Önemli bir tarihî ayrıntı, Vahdettin'in kaçtıktan sonra değil, kaçmadan çok evvel TBMM tarafından "hain" ilan edildiğidir. Atatürk'ün 25 Eylül 1920'de TBMM kürsüsünden söylediği sözler, bu kararın başlangıcını temsil eder. Müteakip oturumlarda milletvekilleri ağır eleştiriler getirmiş, 30 Ekim 1922'de düzenlenen oturumda ise saltanatın kaldırılması için 78 imzalı önerge sunulmuştur.
Vahdettin'in Köşeye Sıkıştırılması: Son Günler
Padişahın kaçış kararı, ansızın gelmemiştir. İstanbul'da şu olaylar peş peşe yaşanmıştır:
19 Ekim 1922: Refet Paşa, TBMM adına Trakya'yı teslim almak üzere İstanbul'a gelir.
1 Kasım 1922: Saltanat kaldırılır. Vahdettin artık sultan değil, sadece halife statüsüne indirilir.
4 Kasım 1922: Tevfik Paşa Hükümeti istifa eder. Aynı gün, Refet Paşa'nın Kadıköy Stadı'nda yaptığı konuşma Vahdettin'i endişelendirmeye başlar: "Milli egemenliğe dokunmak isteyecek olan padişah bile olsa vay haline."
5 Kasım 1922: Milli Mücadele karşıtı yazarlardan Ali Kemal, İstanbul'dan kaçırılıp İzmit'te linç edilir.
Bu ortamda İstanbul'daki tramvaylara "Kahrolsun Vahdettin!" yazılmaya başlanır. Gazetelerde onun kaçacağına dair haberler yer alır. Vahdettin, hayatını gerçekten tehlike altında görmektedir artık.
İngilizlerin Vahdettin'i Koruması: Oyun ve Çıkar
Neden İngilizler, Vahdettin'i korumaya ve kaçmasına yardımcı olmaya karar verdiler? Bunun iki açık nedeni vardır:
1. Geçmiş Müttefiklik ve Teslimiyet
Vahdettin, Milli Mücadele'nin başından beri İngilizlerin yanında yer almış, onların her isteğine itaat etmiştir. İngiliz emperyalizmi açısından, devrik padişah eski bir müttefikti ve korunmaya değer görülmüştür.
2. "Halife" Kartını Oynamak
Ancak daha önemli sebep, İngilizlerin "halife" unvanını kullanmak istemesidir. 26 Eylül 1922'de İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, Londra'daki Lord Curzon'a şöyle yazıyor:
"Padişah, Mustafa Kemal'e bir kutlama telgrafı göndermeye teşvik edildiğini ama bunu reddettiğini bilgime sunmuştur... Kemalistler er geç İstanbul'da başa geçerlerse padişahın tek çare olarak İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalacağını bildirmiştir."
İngiltere, Vahdettin'i muhafaza ederek, İslam dünyasında (özellikle Hindistan'da) nüfuz kazanmayı planlamaktadır. Ronald Lindsay'nin 6 Kasım 1922'deki açıklaması bu açık şekilde ortaya koymaktadır:
"Halifenin, İngiltere tarafından milliyetçilere ve Cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir."
Kaçış Talebi: Harington ile Görüşmeler
13 Kasım 1922'de İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington, Vahdettin'in yaverlerini çağırmış ve padişahı Malaya gemisiyle Malta'ya nakledebileceklerini bildirmiştir. Harington'un anılarına göre:
"Sultanın, cuma selamlığına çıktığında öldürüleceğini düşündüğünden hayatını kurtarmam için bana haber yolladığını bildirdi. Ben, sultanı kaçırmakla suçlanmamak için bu talebin yazılı olarak yapılmasını istedim."
Bu talep 16 Kasım 1922'de yazılı mektupla yapılmıştır.
Atatürk'ün Oyunu Bozması: Halifenin Yetkilerinin Alınması
Bu noktada Atatürk'ün ve TBMM'nin hamlesi, tarihî bir dönüm noktası oluşturur. Atatürk'ün direktifiyle TBMM, 18 Eylül 1922'de (kaydın hatasıdır, muhtemelen Kasım demek isteniyor) Vahdettin'in halifelik yetkilerini elinden alarak, Abdülmecit Efendi'yi halife seçmiştir.
Bu karar kritiktir: Vahdettin, Malta'ya ayak bastığında artık "halife" değildir. İngilizlerin elinde "halife" kartı kalmamıştır. Böylece İngilizlerin İslam dünyasında nüfuz kazanma stratejisi bozulmuştur.
Epilog: "Kullan At" Politikası
Halifelik yetkilerini kaybeden Vahdettin, İngilizlerin hiçbir işine yaramaz duruma gelir. İngilizler, "kullan at" politikasını uygulamaya başlarlar. Devrik padişahın İngiliz topraklarında oturmasını uygun görmeyerek, onu Malta'da bile tutmaz ve sonradan başka yerlere gönderirler.
Sonuç: Tarihe Not Düşen Bir İhanet
Sultan Vahdettin'in 17 Kasım 1922'deki kaçışı, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü simgeleyen son anlarından biridir. Milli Mücadele'ye karşı yaptıklarının hesabını vermekten korkup, emperyal bir gücün korumasına sığınan bir padişahın hikayesi, sadece kişisel bir felaket değildir; bir uygarlığın gerilemesinin sembolik anlatısıdır.
Atatürk ve TBMM, bu trajedyayı tarihî bir fırsata çevirerek, Cumhuriyet'in yolunu açmıştır. Milli Mücadelenin başında duran lider ile ülkesini terk eden padişah arasındaki bu karşıtlık, modern Türk devletinin ruhunu belirleyen en önemli seçimdir.
Kaynaklar: Atilla Oral, Bilal Şimşir, Naşit Hakkı Uluğ, Osman Selim Kocahanoğlu, Salahi Sonyel, Sinan Meydan, Turgut Özakman, Süleyman Kani İrtem

0 Yorumlar